1 Aralık 2009 Salı

Elif Ada


"Hayatımız çöp"diyordu ya,bir kere daha hatırlatmaktan zarar gelmez, "geçmişimiz de çöptür,çöplüktür." Ülkelerin tarihleri çöplüktür, kentlerin , ailelerin, evliliklerin, kavimlerin.Hatırlamak o çöplüğü karıştırmaktır.




Çöplük romanını daha yeni bitirdim, ve aylar sonra mail hesabımı açıp Beyaz Tuval'in beni hala anımsamasınave yeniden yazmaya başlamasına çocuklar gibi sevinip,kendimi önce onun blogunda sonra da burada buldum.




Onu okudum,




epeydir yazmıyordu,belki kızgındı birilerine ya da kırgındı,bilmiyorum.




Biraz sitem hissettiğim mesajları ile utandım...




Yaşadığım sonu gelmeyen sorunlardan,kaostan sıyrılıp,her ne olursa olsun beni rahatlatan okumaktan sonra yazmanın anlamlı ya da anlamsız birşeyler yazmanın ne kadar önemli olduğunu anladım Beyaz Tuval'im sayesinde.




O okur, bilir çünkü iyi miyim?


Üzgün müyüm?


Kızgın mıyım?




Gülümsetirken bazen onu ,bazen gözlerini yaşartırım ama bilirim ki okur o beni.


Gündelik yaşam o kadar hızlı akıyor ki,bazen çalan telefona yanıt vermek külfet oluyor.Ama günün ya da gecenin herhangi bir saati açıp usul usul okunabiliyor,bir dostun yazdıkları....


Dedim ve yeniden başladım.


01.12.2009


* * *


31.12.2009 tarihi yaşamımın dönüm noktası oldu.


Bir kızım oldu.


Elif Ada dünyama güneş gibi doğdu:)









3 Kasım 2009 Salı

Hoşça kal

Facebook'ta yazıp çiziyorum artık...


Duygu Çağlar Gizli

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Sylvia...

Nasıl bir yazıdır ki mezar taşıyla ve ölümle başlasın? Bana göre ancak Sylvia Plath'ı anlatan bir yazı mezar taşıyla başlayabilir.

Aslında hayat denilen olgu kısa bir yoldan ibaret değil mi? Doğmak, büyümek, ölmek ya da kimine göre yok olmak...
Sylvia Plath, hayatının sonunu kendi getirmek istedi, eceliyle değil de kendi çizdiği sonla uğurlanmak istedi, belki de eceli o şekildeydi...
27 Ekim 1932, Massachusetts orta sınıf bir ailenin üyesi olarak Alman bir baba ve Amerikalı bir anneden dünyaya geldi. Profesör olan babası Otto Emil Plath 1940 yılında vefat etti. Ölümle belki de ilk olarak bu tarihte tanıştığı düşünülen yazarın ilk şiiri Boston Herald 'da 1940 yılında, sadece sekiz yaşındayken yayınlandı. Anlaşılan 1940 yılı Sylvia Plath için bir dönüm noktası oldu.


Hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla baş etmek zorunda kaldı ve belki çoğu zaman da baş edemedi.
Smith College'da okumak için bir burs kazanır ve bu burs ona ünlü yazar Olive Higgins Prouty tarafından verilir. Olive Higginsle bu dönemde dostlukları başlar ve hayatları boyunca yazışmaları devam eder. Sylvia Plath, Smith College'daki yaşantısı boyunca "hem zeki hem de arkadaş canlısı olmak isterim" der ve ikisini de başarır.
Smith College'daki ilk yıllarında bir gazete çıkartır ve bir süre sonra çıkardığı gazetede vermiş olduğu haberlerin güvenilir olmasının yanı sıra aynı zamanda da beğenilir. Yine buradaki ilk yıllarında çok etkileyici şiirler yazar.



ölmek bir sanattır her şey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi, öyle ustacaki insana korkunç geliyor öyle ustacaki gerçeklik duygusu veriyorbu konuda iddialıyım sanırım.
1953 yılında ilk intihar girişiminde bulunur, annesine "uzun bir yolculuğa çıkıyorum" şeklinde bir not bırakır. Annesi onu 3 günün sonunda bulduğunda elinde bir ilaç kutusu vardır ve hala yaşıyordur. Bunun üzerine kendisi akıl hastanesine sevk edilir. Tedaviler sonucunda hastaneden 1954 yılında taburcu edilir.
Hastaneden çıktıktan sonra okuluna geri dönen Sylvia Plath, 1955 yılında çok iyi dereceyle Smith College'dan mezun olur.




Daha sonra kazandığı bursla Cambridge Universitesi'nde öğrenimine devam ederek çalışmalarını burada sürdürür. Bir yandan da öğrenci gazetesi olan Varsity'de çalışmalarını yayımlar.

Plath, Cambridge Universitesi'nde öğrenimine devam ederken hayatının aşkı olan Ted Hughes ile tanışır. Tanışması Ted Hughes'un yayınlanmış bir şiirini okumasıyla olur aslında. Verilen bir partide Hughes'la karşılaşınca şiirine olan duyduğu hayranlığı belirten Plath'la Hughes uzun süre birlikte olacaklardır.
Sylvia Plath'ın hayatının aşkı Ted Hughes olabilir ama aynı durum Ted Hughes için geçerli midir tartışılır, ki kendisi Sylvia Plath'ın ölümünden dolayı da hem şiir sevenlerin hem de feministlerin eleştirisine uzun yıllar maruz kalacaktır.






Sylvia Plath ve Ted Hughes 1956 yılında evlenirler. Evliliklerin ardından Boston'da yaşamaya karar veriler. Bu arada Plath ilk hamileliliğini yaşamaktadır. Bunun üzerine İngiltere'ye yerleşme kararı alırlar. Çift, Londra'da yaşamaya başlar ancak daha sonra North Tawton'a taşınır. Çiftin ilk sorunları da bu dönemde başlar. Ted Hughes'un başka kadınlarla ilişkisi olduğunu düşünen Plath kıskançlık yapar.
Plath'ın hamileliği sırasında tekrar Londra'ya geri dönerler.
Burada dikkatleri çekmek istediğim bir nokta var, ikisi de şair olan çiftten, Ted Hughes ödüller alırken Sylvia Plath aynı dönemde eşi kadar tanınan bir şair olmaz. Ancak her zaman eşinin başarılarıyla övünen şair bir süre sonra onun başarılarının altında ezilir kalır. Ev, çocuk ve eş üçgeninde sıkışır, istediği şiir yazmaktır; şiirlerinin okunmasıdır aslında. Belki de Ted Hughes'un gölgesi altında kalmak bipolar bozukluğun etkileri ile birleşince dayanılmaz olur...









Çiftin sorunları giderek artar ve kısa bir süre sonra Sylvia Plath boşanma işlemlerini başlatır.
Ted gittikçe daha çok tanınan bir şair olurken Sylvia bir nevi olduğu yerde saymaktadır. Geçimlerini sağlamak için öğretmenlik yapmaktadır. Nihayet Sylvia'nın bir şiiri edebiyat dünyasında duyulur ve o da tanınmaya başlar. Çift Devon'a taşınmaya karar verir. Bu arada Londra'daki evlerini de başka bir şair çift olan David ve Asia Wevil'e kiraya verdiler. Sylvia Plath kocasının çapkınlıklarından yorulmuştur ve kocasının Asia Wevil ile yaşadığı ilişki üstüne tuz biber olur.
Yaşadıklarının etkilerini şiirlerinde görebilirsiniz. Hassaslığı şu dizelerinden bile belli olur;
bir tür ayaklı mucize, tenimbir nazi lamba siperliği kadar parlak,sağ ayağım tüy kadar hafifyüzüm ifadesiz, incecikyahudi kumaşından.








1960 yılında Sylvia Plath'ın ilk şiir kitabı "Dev" yayınlandı. Daha sonrasında ise 1963 yılında otobiyografik romanı olan "Sırça Fanus" yayınlandı. Sırça Fanus'ta çocukluktan beri yazdığı günlüklerinden çok az bir kısmının yayınlandığı söylenir.


Sylvia Plath, trajik bir biçimde, 11 Şubat 1963'te çocuklarının odasına kahvaltı tabaklarını hazırladıktan sonra odalarının kapılarını bantla kaplar ve mutfağa geçip hava gazıyla intihar eder. Çocukları zarar görmesin, gazdan etkilenmesin diye çok özen gösterir ama kendisi için aynı özeni göstermez... Bakıcının daha erken gelip kendisine kurtaracağını planlar belki de, ama planları tahmin ettiği gibi işlemez.


Öldükten sonra şiirleri toplanır ve kitap haline getirilir. Türkçe'ye çevrilen eserleri;
Ariel, (İmge Kitabevi)Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı, (Altıkırkbeş Yayınları)Sırça Fanus, (Can Yayınları)Üç Kadın, (Oğlak Yayıncılık)Sylvia Plath'in Günceleri, (Oğlak Yayıncılık)
Sylvia Plath intiharıyla beraber feministlerin ikonu olur ve Ted Hughes yıllarca yaptıkları yüzünden eleştirilir yalnız fenimistler aynı taraftarlığı Asia Wevil'e göstermezler. Ted Hughes'a aşık olan kadınların ortak kaderiymişçesine Asia Wevil'de aynı yöntemle, yalnız yanında Ted Hughes'tan olma iki çocuğuyla beraber yine hava gazıyla intihar eder.
Ted Hughes'un çevresindekilerin intiharı Asia Wevil ile son bulmaz üstelik. Oğlu da kendini asarak annesinin yolunda devam eder. Bu aile için intihar eğilimi genetik bile olabilir. Hatta belki de ölmeyi sanat olarak algıladılar ve sonlarını buna göre hazırladılar.








22 Temmuz 2009 Çarşamba

7 Temmuz 2009 Salı

15 Haziran 2009 Pazartesi

Keşif





ben büyük keşfe inanırım
ben bu büyük keşfi yapacak insana inanırım

ben insanın korkusuna inanırım, bu büyük keşfi yapacak olanın

ben yüzünün solgunluğuna inanırım
kusmuğuna, dudaklarındaki soğuk tere inanırım

ben bilge yazıların yakılışına inanırım
onların kül oluşlarına
bilhassa sonuncusuna

ben sayıların akışına inanırım
pişmansız düşüşlerine

ben insanın hızına inanırım
hareketlerinin mükemmelliğine
sırtı yere getirilmiyen direncine

ben tabakların kırılışına inanırım
sıvıların dökülüşüne
alevlerin sönüşüne

düşünüyorum ki; gerçekleşecek
herşey geç kalınmadan hiçbirşeye
bütün olaylara bir şahit gerekmeyecek

hiç kimsenin haberi olmayacak, bundan eminim
ne eşim bilecek ne de duvar
kuşlarda bir haber olacak, öğrenince ötme ihtimali var onların

ben kayıtsız ellere inanırım
ben gereksiz ulaşılmış kariyerlere inanırım
ben boşa emek harcanmış yılların çokluğuna inanırım
ben mezara götürülen sırların varlığına inanırım

bana dolanıyor sözlerim düzeninizin üstünde
onların örnek teşkil edecek dayanaklara ihtiyacı yok
benim inancım güçlü, kör ve sebepsiz.Keşif


ben büyük keşfe inanırım
ben bu büyük keşfi yapacak insana inanırım

ben insanın korkusuna inanırım, bu büyük keşfi yapacak olanın

ben yüzünün solgunluğuna inanırım
kusmuğuna, dudaklarındaki soğuk tere inanırım

ben bilge yazıların yakılışına inanırım
onların kül oluşlarına
bilhassa sonuncusuna

ben sayıların akışına inanırım
pişmansız düşüşlerine

ben insanın hızına inanırım
hareketlerinin mükemmelliğine
sırtı yere getirilmiyen direncine

ben tabakların kırılışına inanırım
sıvıların dökülüşüne
alevlerin sönüşüne

düşünüyorum ki; gerçekleşecek
herşey geç kalınmadan hiçbirşeye
bütün olaylara bir şahit gerekmeyecek

hiç kimsenin haberi olmayacak, bundan eminim
ne eşim bilecek ne de duvar
kuşlarda bir haber olacak, öğrenince ötme ihtimali var onların

ben kayıtsız ellere inanırım
ben gereksiz ulaşılmış kariyerlere inanırım
ben boşa emek harcanmış yılların çokluğuna inanırım
ben mezara götürülen sırların varlığına inanırım

bana dolanıyor sözlerim düzeninizin üstünde
onların örnek teşkil edecek dayanaklara ihtiyacı yok
benim inancım güçlü, kör ve sebepsiz.
Juli 1970 / Wislawa Szymborska

11 Haziran 2009 Perşembe

Entdeckung





Ich glaube an die große Entdeckung.
Ich glaube an den Menschen, der die Entdeckung
macht.

Ich glaube an die Angst des Menschen, der die
Entdeckung macht.

Ich glaube an die Blässe seines Gesichts,
an seinen Brechreiz, den kalten Schweiß auf der
Lippe.

Ich glaube an das Verbrennen der Niederschriften,
an ihr Verbrennen zu Asche,
zur letzten.

Ich glaube an das Verschütten der Zahlen,
ihr reuloses Verschütten.

Ich glaube an die Eile des Menschen,
an die Genauigkeit seiner Bewegung,
an seinen unbezwungenen Willen.

Ich glaube an das Zerschlagen der Tafeln,
an das Vergießen der Flüssigkeiten,
an das Erlöschen der Flamme.

Ich meine, dass es gelingen wird,
und daß es dann nicht zu spät sein wird,
und daß sich die Sache ganz ohne Zeugen abspielen
wird.

Niemand wird es erfahren, ich bin dessen sicher,
weder die Ehefrau noch die Wand,
auch nicht der Vogel, er könnte es sonst verpfeifen.

Ich glaube an die lässige Hand,
ich glaube an die verpfutschte Karriere,
ich glaube an die vertane Arbeit vieler Jahre,
ich glaube an das ins Grab genommene Geheimnis.

Mir kreisen diese Worte über den Regeln.
Sie suchen keine Stütze bei den Exempeln.
Mein Glaube ist fest, blind und ohne Begründung.

Juli 1970 / Wislawa Szymborska

8 Haziran 2009 Pazartesi

26 Mayıs 2009 Salı

Duygu Kreş'te Duygu

Okulca fotoğraf çektirdik geçen gün. 5 Yaş grubu ile objektiflere son kez gülümsedik.
Seneye mezun olup anaokuluna başlayacak bücürlerim.


Sonra fotoğrafçı teker teker bizim de fotoğraflarımızı çekti. Annem"Ağladın mı fotoğraf çekimi öncesi?"diye sordu, ağlamamıştım. "Peki neden gözlerin bu kadar ıslak ki?"
"Bilmem"dedim.


Kafa dağıtmaya bire bir Hamdi Koç.

Öğrencilerim odama hediye getirdiler,elleriyle yaptıkları bu güzel çiçekleri.



Ve her gün düzenli olarak sorduğumuz tek soru.





14 Mayıs 2009 Perşembe

Paranoyak Aşk (Arşiv 28.08.2006 )



‘Kırmızı Pazartesi’…
Bu kitaba çok geç kalmadığım için şanslı sayıyorum kendimi.Gabriel Garcia Marquez’in okuduğum üçüncü kitabı ama beni en çok etkileyen kitabı da kesinlikle bu oldu.

Romanın başkahramanı Santiago Nasar’ın bir namus cinayetine kurban verilmesini ince bir hüzünle anlatan Marquez ,yine yeniden kalbimi fethetti.

Okumaktan asla vazgeçmeyeceklere başucu kitabı olarak tavsiye edilir.



Benim bugün aşklara ve aşıklara sataşasım var :))

Yaklaşık bir ya da iki haftadır 'Pınar Altuğ' vakasını gerek yazılı gerekse görsel basından gözümüze gözümüze soktukları için böğürerek bazen de kusma noktasına gelerek takip ediyoruz.

Benim derdim Pınar'ın ne yaptığı,neler yaşadığı değil.
Ne hali varsa görsün...

Benim derdim AŞK'ın bu derece ayaklar altında sürünmesi...

Daha dün 'Aşığım,geberiyorum'dediğin adamı ya da kadını ertesi gün ,hadi taş çatlasın bir hafta sonra nasıl unutup başkasının aşkından geberir hale geliyor insan bunu anlamıyorum.

Eskiden naifti aşklar ve aşıklar...

Komşu çocuklarının,en yakın arkadaşların,kuzenlerin ellerine tutuşturulur, çizgili ya da harita metod defterinden koparılmış bir sayfaya yazılırdı aşk,sevgiliye ulaşsın diye ...

Sessizdi,yormazdı bu denli ...

Şimdiler de aşk gürültülü ve bir o kadar da paranoyak.Aşıklar aşka geldiklerinde,öfkelendiklerinde,ilişkiyi bitirmeye karar verdiklerinde bipletip duruyorlar cep telefonlarını...

Sevgiliyi kıskanmak,benimsemek,onunla evlilik hayalleri kurmak hatta iğrençleşip kafeslemeye çalışmak...

Hepsini anlayabiliyorum da paranoyaklaşan bu aşkın içinde sessizce yok olan gururu kimsenin umursamamasını anlayamamak beni iyice delirtiyor.

Cayır cayır ardı arkası kesilmeyen sms ler ,yılmayıp aramalar,daha da abartıp 'cabuk bulunduğun yerin resmini telefonununla çek gönder'diyen iyice zıvanadan çıkma halleri...

Aşk'a bulaşmış teknoloji...

'Arama beni'diyor defalarca bir arkadaşım bugün telefonda birisine.
'Emin misin' diyor hattın diğer ucundaki gurur yoksunu ...
Telefon kapanıyor...
Bip..bip...

Bir de 'aradığınız numaraya ulaşılamıyor'durumu var ki;
Telefonunuzu açtığınızda ardı arkası kesilmeyen nefret smsleri...


Aşkı da ,özlemeyi de,ayrılığı da beceremiyoruz.

Aşkın beklemeye mecali kalmamış artık...

Herkese bol paranoyaklı günler dilerim.

İstiyorum! (Arşiv 26.08.2006)


Bir sabah...
Karanlık ve yağmurlu...
Bir hastane odasında tek başına yatıyorum.
Boylu boyunca kesmişler beni,canım yanıyor.
Ama asıl acının bu olmadığını birazdan odama girecek duygusuz,çirkin,sarışın, kadın ve anlamadığım bir dil de konuşan doktorum söylüyor,kendi anadiliyle...

....'Bir daha anne olamayacaksınız Duygu hanım,kendinizi buna alıştırın.'

Bir sabah...
Karanlık ve yağmurlu...

Bana yakın ve bir o kadar uzak olan asla doğmayacak çocuğumun babası tam olarak bu şekilde tercüme ediyor...

Bir hastane odasında tek başına yatıyorum.
Boylu boyunca kesmişler beni,canım yanıyor.

Acı,keder,hüzün,yalnızlık,çaresizlik,terkedilmişlik ...
Hepsi bir olup
Karanlık ve yağmurlu bir günde elimden tutup beni o odadan çıkarıyor.


Şimdi ben bu sabah dışarıdan gelen bir çocuk sesiyle uyandım.
'anne ben düştüm 'diyordu arka arkaya...


Anladım ki ben hala;



Her sabah beni çığlıkları ve tüm şirinliğiyle uyandıran,

Yarım yamalak konuşup beni iyice kendine bağlayan,

Kokusunu bana bağışlayan,

Uykusunun yarı yerinde bana seslenen,

Düştüğünde,canı yandığında ilk bana koşan,

Koşulsuz seven,

Beni ben yapan,

Geçmeyecek mutluluğum olan.

Tenim bir çocuğu özlüyor....

Tanrının insanoğluna verdiği en güzel armağanı,
Israrla ve inatla
İstiyorum.

Kronikleşen Özlem


Kelimelere olan doğurganlığımdan dolayıydı yanında absürd susmalarım...
Ben galiba sana sadece yazabiliyorum...

Şimdi seni özlemenin ve söyleyememin en keyifsiz yerinde durmuş beyaza yakın ama beyaz olmayan bir kağıda düz,ince bir çizgi çiziyorum.

'Aha da bu benim' diye yazmışım altına hangi ara yazdığımı anımsamayacak kadar kronikleşmiş özlemelerim...

Uzun zamandır düşünü kurduğum onca şey...

Bir otel odası,
uçsuz bucaksız denize bakan şezlong,
buz mavisi,
oldukça tuzlu,
dibini gördüğün muhteşem bir deniz.
Kitap,
sigara,
ve bir zamanlar 'Sevgili' iken şimdi'Allah'ın belası' olan bir telefon...

Ama yoksun !
görmüyorsun!

Sıyrılmaya çalışırken,çırpınırken 'Tamam şimdi azıcık daha iyiyim.' dediğin ilk an...

Nasıl da başlıyor bu kronikleşen özlem...

Tv'de zapping yaparken,

Bir filmin en etkilenmeyecek sahnesinde bile sağanak bir şekilde ağlarken ve kendine bu yüzden daha bir gıcık olurken,

Onca ağız dolusu sohbetlerin tam orta yerinde seni anımsatan bir söz,bir diyalog...

Sevdiğin ya da asla sevemem dediğin bir şarkı da bile sırf seni anımsattığı için iyice asalağa bağlanmak...

Caddeler boyu tabelalarda ,gazetelerde,dergilerde seni anımsatan yazılar ve reklamlar...

Yokluğun...

Telafisi ve kurtuluşu yok tüm oyalanmaların ve anımsamaların.

Ses yok.

Soluk yok.

Not yok.

Topladım yokluğunu...

Tüm yazı boyunca 7 etti.
Arşiv 25.08.2006

Sakin Ol,Sükunet Kurtaracak Seni

Demet'e...


Simdi ben bu satirlari yazarken sen hemen arkamda misil misil uyuyorsun.Erken ve zor baslayan bir gündü senin icin...

Dayini kaybettin bugün.
Insan böyle zamanlarda ne diyecegini bilemiyor ya da ben bilemiyorum...

* * *

Bazen cok uzak düstügümüzü hissediyorum KI öyle günlerden birini biraktik ardimizda.
Birbirimizsiz zamanlar da ne cok biriktirmisiz yorgunlugu...
Bazen birimizin söyledigi,bazen de birimizin yaptigi digerini incitebiliyor.

Özellikle sectim bu basligi,kilometrelerce öteden eksik zamanlarda,yalnizliklarimizi derin derin solurken okudugumuz gazete de birbirimizden habersiz altini ciziktidigimiz bu söz...
Bosuna degil hicbir sey...

Inandigim,
Güvendigim,
Can arkadasim...

Bütün bir gece gözünden akan yaslarda,kendi payima düsenler icin senden kocaman bir özür diliyorum...
Ve tüm söylediklerimi bir kez daha düsünmeni ve beni ANLAMANI bekliyorum...
Seni Seviyorum..

Duygu





Arşiv 12.08.2006

Siyah Bir Gece (Lik)

Korktukca kaybediyor insan, korkunu belli ettikce yitiyor Ask...


Sustukca biriktiyor insan, birikince yoruluyor Ask...


Anlamaya ve anlatmaya calistikca insan, battikca batiyor Ask...


Uzagina düsünce insan, ayagi tökezleyip düsüyor Ask...


Yazmaya calistikca, hizla siliniyor Ask...

Geriye kalan bir kalemtras...

Bir de silgi kokusu..
Arşiv 06.08.2006

Zor Günler Geçirdim Vaktiyle



Sevgili Duygu,

Güzel ve karanlik günleri birarada yasadigin o cok sevgili arkadasin söz etti senden.Oralarda,o sogukta nasil bir basina kaldigini anlatti.Öyle tanidikti ki hikayen...

Dil bilmiyorsun,yabancisin,yalnizsin...Hem üc yasindasin sanki,hem dilsiz,hem kör...
Okuyamiyor,yürüyemiyor,tek basina seni hayata ait kilacak seyleri yapamiyorsun...
Disaridan öyle saniyorlar ilk baktiklarinda.
Belki sen de ilk günler öyle düsünüyordun.

Ama öyle olmadigini simdi biliyorsun.Ailen ,sevdiklerin,bildigin hersey ve bütün bir ömrün geride kaldi degil mi? Oysa ne kadar güzeldi hersey yola ciktiginda.Simdi o yabancilar polisi seni disari atmasin diye onlarin kurallari icinde sinirli yasayacaksin orada...

Unutma,sen istemedigin sürece kimse,hicbir sey yapamaz sana!Istedigin icin gitmelisin oralardan,istedigin icin dönmelisin!Simdi önce dilindeki dügümü cözmelisin.Sonra farkedeceksin ki,ipek kumas gibi akiyor önüne seni mutluluga götürecek yollar...

Bir gurbet gelini olarak gitmissin Almanya'ya,ayakta bir kadin olarak dön buraya.Cesur ol!Sen bir seyler yaptikca seveceksin kendini yemin ederim.
Dün gece arkadasin seni anlatti bana uzun uzun,gözlerinde sana ait yaslarla.Esinden ayrildigini,Almanca kurslarina gittigini,Türkiye'ye bir süre gelemeyecegini...

"Onu taniyorum"dedim...Kalbinin en yalniz yerinden hem de.

Yollar boyu yürü bugün.Otobüs numaralarini ezberle,insanlarin yüzlerine bak!Bir gün hepsi ,bütün bu yasadiklarin,mahkemeler,kavgalar,ucaklar,gözyaslari,anlatilacak bir ani ve bir baska kadina teselli olacak.
Güzel yanaklarindan öperim.

Iclal Aydin

26.Haziran.2004 Vatan Gazetesi

Sevgilim Yoksa Sen Sevgilim Olmayabilir misin?

Bir bicak ya da bir makasa benzemez,kagidin kestigi sizi...
Her gidis,her terkedilis ve her söz bitiminde herkesin yasadigi siziya benzer bu sizi.

* * *
Kacinilmaz bir son oldugunu bilsem de ayriliklari sevmiyorum ben,.yüzümü döndügüm her kim ise günün birinde sirtimi görsün istemiyorum.
Can bir arkadasim aradi bugün,agliyordu,aglamaktan konusamiyordu.Sustuk epey bir süre,sessizligi dinledik.Birbirimizden uzak oldugumuz icin icten ice hayiflandik ama bunu dile dökmedik.

"Bitti"dedi.

"Hersey bitti."

Bir bitise hazir degildi (kim hazir ki) biliyordum ve onu teselli edecek cümlem yoktu,hazirliksiz yakalanmistim.
"Ve en acisi ne biliyor musun Duygu?" dedi.

"Bir SMS le bitirdi bizi."

"Hay ben bu teknolojinin..."

Sevmiyorum ben teknolojik olan hicbirseyi ve teknolojiyi bu sekilde kullanan hayvanlari.Insan iliskilerinin bu kadar yapaylasmasina gönlüm razi olmuyor bir türlü.SmS ile baslamadi ki bu iliski,SmS ile bitirilisin.Bu kadar korkak,zavalli ,acimasiz nasil olabiliyor teninin kokusuna kokunu bulastirdigin sevgilin?

Kadinlar daha fazla hasar aliyor bu tarz bitislerde,her keresinde güven duygulari biraz daha köreliyor,ve yitiyorlar kendi yalnizliklarinda.Onun acisini hissettim en derinimde,cigerim sizladi ve dedim ki;

"Ne bitisler birakiyoruz ardimizda,lütfen düstügün yerden bir an önce ayaga kalk,"

Peh! söyleyene bak...

Biliyorum kalkamayacagini,bir müddet daha debelenecegini,dizlerinin biraz daha kanayacagini ,zamanla kabuk tutacagini hepsini biliyorum.Ayni yaralardan benimde dizlerimde var.Konustuk biraz daha usul usul.Hic bir söz onun acisini dindirmeye yetmedi,kapattik telefonu.
Simdi o belki de deli gibi iciyor,kederli bir sarkinin nakaratinda kaybolarak,belki uyuyor ara ara sicrayarak,belki hala agliyor nefesini tutarak..
Her ne yapiyorsa yapiyor ama biliyorum ki benzerdir kagidin kestigi siziyla ,bir ayriligin sizisi....
Arşiv 19.07.2006 Mersin

13 Mayıs 2009 Çarşamba